sponsorlu bağlantılar

31 Ekim 2010 Pazar

Ana fikir ve yardımcı fikir nedir,paragrafta ana unsurlar

PARAGRAFTA DÖRT ANA UNSUR VARDIR:


A) KONU: (Paragraf ne anlatıyor?)
Örnek:
Sanatçıların tenkit yazılarına bakış açılarını…
Divan ve Halk Edebiyatlarının benzeştiği yönleri…
Şiirin insan hayatını etkilediğini…




B) ANA DÜŞÜNCE (ANA FİKİR): (Paragraf niçin anlatıyor?)
*Paragrafta asıl vurgulanan, öne sürülen, savunulan düşüncedir.
*Temel yargıdır.
*Yazarın bize iletmek istediği mesajdır.
*Paragrafta cümle olarak yer alabileceği gibi, paragrafın tamamından da çıkarılabilir.

Örnek:
Okuma alışkanlığı edinmenin belli bir eğitim gerektirdiğini anlatmak için yazılmış.
Kısa ve özlü yazmanın güç olduğunu vurgulamak için yazılmış.




C) YARDIMCI DÜŞÜNCELER (YARDIMCI FİKİRLER, YAN DÜŞÜNCELER)
*Ana düşünceyi destekleyen, tamamlayan; ana düşüncenin açıklanmasını sağlayan, konuyu geliştiren düşüncelerdir.
*Özellikle olumsuz soru tipleri yardımcı düşüncelerle ilgilidir.

Örnek:
Paragrafa göre yazarın yazılarında aşağıdaki niteliklerden hangisi yoktur?
Aşağıdakilerden hangisi Sait Faik'in anlatmak istediğine ters düşer?
Paragraftan aşağıdaki sonuçlardan hangisi çıkarılamaz?

Çözüm:
*Bu tip sorularda dört şık yardımcı düşünceleri içerir. 5. şık ise ana ve yardımcı düşüncelerle alakalı olmayan, çelişen, uyuşmayan şıktır.




D) ÜSLUP: (Paragraf Nasıl Anlatıyor?)
*Sanatçının, sözcükleri seçiş ve kullanış tarzıdır.
*Sanatçının “anlatım tarzı”dır.
*Üslupla, içerik karıştırılmamalıdır.
*Her sanatçının özgün bir üslubunun olması beklenir.

Örnek:
Sanatçının, kısa cümleler kullanması, sıfatlara çokça yer vermesi, mecaz anlamlı kelimeleri tercih etmesi “üslup” ile ilgilidir.




Ramazan Bayramı'ndan döndükten sonraki gün ailem ayrılmamı istedi.Hala daha eşime bağlıydım çünki oğlum küçüktü onun için öyle çok üzülüyordum ki...Bunu anlamanız için anne olmanız gerekir.Ama dilerim benim yaşadıklarımı sizler asla yaşamayın gençler.Kıyamam ben tek bir çocuğa bile...


Döndükten bir kaç gün sonra acil konuşmak için beni çağırdı.Annem gitme dedi ama telefonda bana öyle acındırıcı sözler etti ki gitmek zorunda kaldım.Benim merhametli ve duygusal bir yapım olduğunu, oğluma olan düşkünlüğümü biliyordu.Hamilelikten sonra şişman ve çirkin hissetmemi de çok iyi kullandı.Zaten hastalanıp ameliyat olduğumda bile bana bakmamış ilgilenmemişti.Üstelik bir gün ayağımı yolda kırdığımda kendisine telefon etmiş ve " sakarsın,dikkat etseydin,gelemem başının çaresine bak" demişti ve kırık ayakla birinin beni hastaneye taşımasını bekledim...Dinlemek kolaydır ama yaşamak acı...Çok parasızlık çektim ama bir tek gün bunun lafını etmedim eşime.Herşeyimi verdim tüm bunlar üzmedi de bana yaşattığı bu manevi acılar tüketti ve bunalımlara soktu beni.Hala daha onun açtığı borçları ve depresyonda harcadığım paraları ve yaşadıklarımı yaptıklarımı hatırlamıyorum biliyor musunuz?!Belki size komik gelebilir ama hatırlamıyorum.
Neyse acil konuşmak için gittiğim ana dönelim.Evde önce sakin sakin oturduk ve onun anlatmasını bekledim ama ne tuhaftır ki her söz bağırmayı getirdi sonra yumuşadı ve ayrılırsam oğlumu alacağını söyledi.Ne biçim bir annesin ki onu babasız büyüteceksin dedi.Seni suçlar dedi.Parada vermem geçinirsin dedi Vs.Durmadan beynimi yıkadı ama tek bir güzel söz etmedi.Oğlumla eve döndük çünki bebeğim bunu haketmiyordu son defa onun için denemeliydim,kendimi unutmalıydım ama keşke denemeseydim daha beter oldu hayatım fırtınalara döndü ve borcum katlandı,depresyon arttı.Kilo aldım çirkinleştim,herşey berbattı.Doktora gittim,ondan da gelmesini ailemizi kurtarmamızı istedim bir tek gün bile psikoloğa gelmedi.3.seanstan sonra bende gitmedim.Doktor kitap vermiş ve "Yetenekli Çocuğun Dramı" isimli bu kitabı okumamı istemişti.Okudum ve doktorla kitap hakkında konuştuk.Doktor çok akıllı biri olduğumu ,iyi olduğumu,ama eşiminde gelmesi gerektiğini söylüyordu.Ama eşim ciddiye bile almadı.Hatta doktora normal cinsel ilişkinin bir adamda ayda kaç defa olacağını sormuştum.Çünki çok merak ediyordum ,çünki eşim benimle aylarca olmuyordu ve bu 14 yıllık evliliğimizde toplasak 2 seneyi geçmezdi.Ve sanki sadece onunla kardeştik.Ettiğimiz kavgaların çoğu onu öğtüğümde beni iktirdiği için ve yanımda olmadığı sevişmek istemediği için olurdu.Doğum yaptığımda bana ilk sözü "Artık mutlu oluruz çünki sex istemezsin" sözleri olmuştu...Ona göre tuhaf olan bendim o kendine göre çok normaldi.Daima üste çıkacak,hakaret edecek,hırpalayacak,şiddet yaratacak bir konu bulurdu.Evimin kapıları tekme içindeydi.Sorumsuzdu...Oğlan hastalansa bile o benim üzerime yürürdü...Tek bir gün sevgi görmedim.Çok ayrılmak istedim ama karar verememek daha zordu.En kötü karar kararsızlıktan iyidir bunu bilin gençler...Para yoktu,borç vardı,aileme yük olmama isteği vardı ve bir gün sokakta yediğim haksız bir dayak neticesi bir daha eve dönmedik oğlumla...Keşke yıllar önce ayrılsaydım.Unutmayın gençler tek güvenceniz kendinizsiniz.Sizi sizden başkası kurtaramaz ve size yardım edemez.Ben çok dersler aldım lütfen sizlerde yaşantınıza çok dikkat edin ve mutlu değilseniz,bilerek üzülüyor,rencide edilip alay ediliyor iseniz o ortamdan anında kaçın.Bazan bazı şeyleri anlamakta gecikiyoruz ve zamanımız çok kıymetli...Bu bizi hatalara götürüyor ve o depresyondan çıkamadığınızda hayatta zorlanıyorsunuz.Ayrıldığım gün hiç ağlamadım.Hep dahha mutlu oldum ve hayatımın tek aşkını tanıdım .Sonra mı sadece onun için ağladım ve sadece hala kalbim ona ağlıyor.Çok üzse de beni içindeki aşk çığlıklarını duyardım hiç olmazsa...Ama sözleri farklıydı,kalbi ise daha bir farklı...Artık konuşmak istemiyorum.

asya kıtasının özellikleri nelerdir?


Asya kıtası, 44 391 163 km²'lik yüz ölçümü ile dünyanın en büyük kıtasıdır.




KITANIN GÖLLERİ VE ÖZELLİKLERİ:

Asya Kıtasında göl sayısı azdır.

Resim kaynak: go.hrw.com/atlas/norm_map/kazakstn.gif


En büyük gölünü Aral Gölü oluşturur. (64. 500 km kare. ), (Hazar deniz olarak kabul edildiği takdirde)


Diğer önemli göllerini ; Baykal, Balkaş, Issık, Lop, Zatsan, Lut gölleri oluşturur.


KITANIN BİTKİ ÖRTÜSÜ VE ÖZELLİKLERİ:

Her türlü iklim tipi görüldüğü için bitki örtüsünde de büyük çeşitlilik vardır.

Her tür bitki örtüsü görülmekle birlikte ;

3 belirgin bitki örtüsü kuşağı seçilir ;

Kuzey'de Tundra, Sibirya'da ve Güney'de Orman(Sibirya'da iğne yapraklı Tayga Ormanları), iç kesimlerde ve diğerbölgelerde Step bitki örtüsüdür.


Asya'da en fazla Step bitki örtüsü yayılış gösterir.


Kıta'nın yüzölçüm bakımından en büyük ülkeleri ; Rusya (17 milyon kmkare), Çin (9, 5 milyon km kare), Hindistan'dır., (3,3 milyon km kare)

ASYA KITASI'NIN SOSYO EKONOMİK ÖZELLİKLERİ:

NÜFUS ÖZELLİKLERİ:

Nüfusu en fazla olan kıtadır. Yoğunluk bakımından birinci sırada yer alır. Nüfusun dağılışında büyük farklılıklar görülür.

Dünya nüfus yoğunluğu haritası

Resim kaynak:www.meteor.gov.tr/.../filesOzon/ozon15.jpg

Nüfusun en az olduğu yerler : Kuzey Kıyıları, yüksek dağlık alanlar ve çöl sahalarıdır.


Nüfusun en fazla olduğu yerler ise: Güney ve Güneydoğu Asya'dır.Nüfusun %80'den fazlası burada yaşar. Nüfusu en fazla olan ülkeler: Çin(1. 2 milyar) ve Hindistan (936 milyon)'dır.

KITANIN EKONOMİK ÖZELLİKLERİ:


Asya Kıtası sanayileşmemiş bir kıtadır. En fazla sanayileşen ülkesi Japonyadır. Japonya kadar olmasada sanayileşen diğer ülkeler;GüneyKore, Tayvan, Malezya, Singapur, Endonezya, Çin, Rusya, İsrail,Türkiye'dir.


Bu ülkelerin dış satımında sanayi ürünleri ilk sırayı alır. Diğer kıta ülkelerinde ise hammaddeler ve tarım ürünleri ilk sırada yeralır.


Güneydoğu Asya ülkelerinde elektronik, otomotiv, demir-çelik ve makinesanayi sektörleri daha fazla gelişmiştir.

Güneybatı ve Batı Asya'daki ülkelerde ise ; dokuma, tekstil, gıda, petro kimya sanayi sektörleridaha fazla gelişme göstermiştir.


Asya kıtasının ve aynı zamanda dünya'nın en fazla maden hammaddesi alan ülkesi JAPONYA'dır.


Kişi başına yıllık milli gelirin en fazla olduğu ülke JAPONYA'dır. (31.450 $).

TARIM:

Ekonomide tarım ön plandadır. Buğday ve pirinç temel ürünlerdir. Orta ve Batı Asya'da buğday, Muson Asya'sında çeltik (PİRİNÇ) ziraati önemlidir.

Dünya pirinç üretiminin %90'ını Asya sağlar.Patates, Bezelye, Çay, Hindistan cevizi, Hurma, Kenevir, ürünlerininde%80'den fazlasını Asya üretir.

Resim kaynak: img152.imageshack.us/img152/4438/kopievoncrw7

Dünya Tütün üretiminin %50'den fazlasınıAsya üretir.

Çay üretiminde Seylan ve Çin ilk sıradadır.


Baharat üretiminde Hindistan, Endonezya, Malezya, Seylan ve Çin önde gelen ülkelerdir.


HAYVANCILIK:

Kıtada hayvancılıkta önemli bir uğraşıdır. Orta Asya'da koyun ve sığır,Ön Asya'da (Güney Batı Asya) Koyun ve Keçi, Güney ve Güneydoğu Asya'da Manda besiciliği daha fazla görülür. Çin'de ise manda 380 milyondan fazladır. Domuz besiciliğide önemlidir. Dünya'da önemli üreticilerden biridir.

Dünya'da beslenen Mandaların %90' ını Asya Kıtası sağlar.(Muson Asya'sı)

Resim kaynak: image.haber7.com/haber/29032.jpg

İpek böcekçiliği ve ipek üretiminde Asya Kıtası ilk sırada yer alır.Birinci sırada Çin daha sonra Özbekistan ve Hindistan önemliüreticilerdir.


Balıkçılık faaliyetleri de Hayvancılığın önemli bir kolu olarak kıtadaönem taşır. Dünya deniz ürünleri üretiminin %80' ini Asya karşılar.

Dünya tatlı su balık üretimininde % 50' sini karşılar.


Japonya ve Çin balıkçılıkta ilk iki sırada yer alan ülkelerdir.


YERALTI KAYNAKLARI:

Asya Kıtası madenler bakımından zengin bir kıtadır.

Yakıt madenlerinden; Taşkömürü rezervinin en fazla olduğu ilk iki ülke Rusyave Çin' dir.


Dünya petrol rezervlerinin % 75' i Asya kıtasındadır. % 33' ünden fazlası Rusya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri' nde bulunur. Daha sonra ise Güneybatı Asya gelir.


Hidroelektrik enerji üretiminde önde gelen ilkeler ; Çin, Rusya, Hindistan ve Endonezya'dır.


Kıtada hizmet sektörüde gelişme içindedir. Özellikle Turizm ve Ulaştırma sektörü gelişmektedir.


Turizm geliri en fazla olan ülkeler ; Filipinler, İsrail, Tayvan,, Tayland, Singapur'dur.


Asya Kıtası ulaşım yolları açısından Kuzey Amerika ve Avrupa Kıtası'na göre gelişememiştir. (Yüksek dağlar ve dağlık alanların fazla olması)Otoyollar bakımından en gelişmiş ülke Japonya'dır.


Kıtada Demiryolu ulaşımı daha fazla görülür. Japonya, Hindistan, Çin veRusya önde gelen ülkelerdir. Demiryolu hattı uzunluğu açısından Rusyave Çin ; konfor, hız ve güvenlik açısından Japonya ilk sırada yer alır.

Cumhuriyet ve demokrasi arasındaki farklar nelerdir?

cumhuriyet bir ülkenin parlamentosunun oluşma biçimidir, şöyle ki eğer ülkeyi yöneteni halk seçiyorsa cumhuriyet , babadan oğula geçiyorsa monarşi , bir kralın yanında parlamento da varsa meşruti monarşi adını alır
demokrasi ise ülkenin ruhudur . tüm devlet organlarına sinmiş bahar kokusudur . karakolda ifadeniz alınırken polisin size çay ısmarlaması demokrasidir, dersin sonunda öğretmenin çocuklar anlamadığınız bir konu var mı demesi demokrasidir.. listeyi uzatabiliriz demokrasinin kesin bir tanımın olmadığını düşünüyorum ama bir devletin faaliyeti ya da kamuda çalışan bir kişinin içinizde güller açtıran her hareketi demokrasidir

Kuvayi Milliye hareketinin içinde yer alan kahramanları

I.Dünya savaşında yurdumuz işgal kuvvetleri tarafından işgal edildiğinde Kilis yakınlarına gelen 6 tabur İngiliz müfrezesi kışı Kilis' te geçireceklerini bildirerek 6 Aralık 1918 günü Kilis' e yerleştiler. 22 Ekim 1919 tarihinde İngilizler Kilis' ten çekilerek yerlerini Fransızlara bıraktılar. Tunus, Cezayir, Siyam Madagaskar ve Ermeni asıllı Fransız işgal kuvvetleri Kilis'i fiilen işgal etmiştir.

İlk "Kuva-i Milliye" olarak nitelenen çeteler Fransızlarla karşı yıldırma harekatına geçerler. Pek çok şehit vererek boğaz boğaza süngü çarpışmaları olur. Düşmana büyük kayıp verdiler. 20 ay süren mücadele sonunda Fransızlar çekileceklerini bildirdiler. Kuva-i Milliyecilerimiz Albay Polat Bey önderliğinde 7 Aralık 1921 günü Kilis' e girdiler. Hükümet konağındaki Fransız bayrağını indirerek sonsuza kadar dalgalanacak Türk Bayrağını çekerler.



ŞEHİT SAKIP BEY

Sakıp Bey, 1889 yılında Kilis'te doğdu. Ruhizade Rahim ağa'nın oğludur. Beyrut ve Halep'te Polis Memurluğu yaptı.Kilis'in işgali ile birlikte memuriyeti terk ederek, Kilis'te Milli Mücadeleye katıldı.Kuvva-i Milliye Başkanı Albay Kamil Bey ile irtibat kurarak önemli görevler üstlendi. Suriye topraklarında kalan Berk Ovasında Fransız birlikleri ile çarpışırken 25 Mart 1920 tarihinde şehit oldu.

Şehit Sakıp Bey'in mezarı 1921 yılında imzalanan Ankara itilafnamesi ile Türkiye -Suriye sınırı çizilince Suriye'de kalmıştır. 1935yılında naşı Kilis'e getirilerek, Şehitler Abidesine defnedildi.



POLAT BEY

Suvari Yüzbaşı Kamil Polat Bey, Sivas Kongresinden sonra direniş güçlerinin başında görev almak için Kilis'e geldi.

28 Mart 1920 tarihinde Kilis - Antep yolu savunmasında, Elmalı Köprüsünde Şahin Bey'in şahadetinden sora, mahiyetindeki birlikler dağılmıştı. Polat bey'in etkili çalışmaları sonucu Kuvva-i Milliye'nin toparlanması sağlandı.

Polat bey Kilis'in kurtuluşunda da çok önemli hizmetler yapmıştır.



MÜSLÜMAN BEY

Asıl adı Tahirzade Mehmet'tir. Müslüman Bey O'nun Kod adıdır. 1919 yılında Fransızlar Güneydoğu Anadolu Bölgesini İngilizlerden devralıp işgal ettiğinde Müslüman Bey, Kuvva-i Milliye birliklerini teşkilatlandırarak, işgallere karşı müfreze kumandanı olarak savaşmıştır.

Müslüman Bey; Cercik (Polatbey Köyü) Müfreze Kumandanı olarak Kilis'in kurtuluşunda çok önemli görevler ifa etmiştir.

Kilis'te Müslüman Bey adını taşıyan bir Mahalle bulunmaktadır.



KARTAL BEY

Kartal Bey, 1875 yılında Kilis'te doğdu. Asıl adı Mehmet Zühdü olup, Kartal kod adıdır. 1902 yılında Asteğmen olarak Halep'te görev yapmıştır. I. Dünya Savaşında ise Yüzbaşı olarak savaşa katılmıştır.

Kilis işgal edilence; Mustafa Kemal O'nu Kilis, Antep Maraş Urfa, Halep Müfreze Kumandanı olarak görevlendirmiştir. Kilis'te Kuvva-i Milliye'nin örgütlenmesinde büyük katkıları olmuştur. Kartal Bey daha sonra Mustafa Kemal'in emriyle Antep'te işgal birlikleri ile savaşmıştır.

Kurtuluş Savaşından sonra Gümrük Güvenlik kuruluşunda çalışmış yakalandığı verem hastalığına yenik düşmüştür.


İSLAM BEY

İslam Bey, 1885 yılında Kilis'te doğdu. Asıl adı Mehmet'tir. I. Dünya Savaşında askere alınarak, Çanakkale Cephesine gönderilir. Burada büyük başarıları görülür. Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Ordusu terhis edilence İslam Bey de memleketi Kilis'e döner.

İngilizler ve Fransızlar Kilis ve çevresini işgal edince, Kilis'in ileri gelenleri ile beraber amansız bir mücadele verir. Kilis'in kurutuluşundan sonra İslam Bey, bir süre Belediye Başkanlığı yapmış bundan sonra da İstihbarat Müdürlüğüne atanmıştır.

İslam Bey 1970 yılında 73 yaşında iken vefat etti. Adı Kilis'te mahalle, cadde ve parklarda yaşatılmaktadır.


ASLAN BEY

Aslan Bey, 1884 yılında Kilis'te doğdu. Babası Jandarma Yüzbaşı Ali Bey'dir. Asıl adı Yusuf Ziya olup, Antep ve Kilis cephelerinde gösterdiği kahramanlıkları sebebiyle kendisine Aslan Bey denilmiştir.

1911 yılında Trablusgarp'da İtalyanlara karşı Derne Cephesinde, I. Dünya Savaşında Jandarma çavuşu olarak Kilis ve Antep cephelerinde , büyük başarırları görülmüştür.

17 Şubat 1921'de Antep şehrindeki taarruza katılan Aslan Bey'e başarılarından dolayı İstiklal Madalyası verilmiş ve yüzbaşı olmuştur. 6 Kasım 1942 yılında vefat etmiştir.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Engelliler için hizmet eden kuruluşlar nelerdir?

Özel 'Özel Eğitim' Kurumları
Başbakanlık Sos. Hiz. ve Çocuk Esirgeme Kur. Rehabilitasyon Merkezleri
Bedensel Engelliler Spor Kulüpleri
Engellilerle İlgili Sivil Toplum Örgütleri
Görme Engelliler Spor Kulüpleri
İşitme Engelliler Spor Kulüpleri
M.E.B. Görme Engelliler İlköğretim Okulları
M.E.B. Hastane İlköğretim Okulları
M.E.B. İşitme Engelliler Çok Programlı Liseler
M.E.B. İşitme Engelliler İlköğretim Okulları
M.E.B. Ortopedik Engelliler İlköğretim Okulları
M.E.B. Ortopedik Engelliler Meslek Liseleri
M.E.B. Rehberlik ve Araştırma Merkezleri
M.E.B. Üstün ve/veya Özel Yetenekliler Bilim ve Sanat Merkezleri
M.E.B. Zihinsel Engelliler (Eğitilebilir) Okulları
M.E.B. Zihinsel Engelliler (Öğretilebilir) Okulları
Mesleki Rehabilitasyon Merkezleri
Tıbbi Rehabilitasyon Merkezleri

Mustafa Kemal Atatürk'ün savaştığı cepheler


Mustafa Kemal Atatürk'ün savaştığı cepheler:
Bazı kaynaklarda Atatürk’ün 1. Dünya savaşı’nda hangi cephelerde savaştığı konusunda bazı gereksiz tartışmalar yapılmaktadır.Yapılan bu gereksiz tartışmaların esas sebeplerinden birisi cephelerin isimlerinin yanlış zikredilmesinden kaynaklanmaktadır. Özellikle Kafkas cephesi ile Doğu cephesinin 1. Dünya savaşı’nda aynı anlama geldiğinin yeterince bilinmemesi, Suriye Filisitin cephesinin Sina-Filistin cephesi olarak yine aynı anlama geldiğinin bilinmemesi ve Hicaz-Yemen cephesinin bazı kaynaklarda güneydeki tek cephe olarak alınması ve Suriye-Filistin cephesinin devamı olduğunun bilinmemesi mevcut yanlışlıklardan en önemlilerindendir.Bizler Mustafa Kemal Atatürk’ün etkin ve aktif olarak 1. Dünya savaşı’nda görev yaptığı cepheleri 3 başlıkta incelemekteyiz.Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

ÇANAKKALE SAVAŞLARI
İngiliz ve Fransızların müttefikleri olan Rusya'ya boğazlar yoluyla yardım etmek istemeleri sebebiyle açılan Çanakkale Savaşları Türk Ordusunun kesin zaferiyle sonuçlanmıştır.18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 250.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir.

KAFKASYA CEPHESİ (DOĞU CEPHESİ)
Öncelikle Enver Paşa’nın Rusya’ya taarruzu ile başlayan Kafkas harekatı iklim koşullarının elverişsiz olması sebebiyle Osmanlı Devleti’nin başarısızlığıyla sonuçlanmış ve Rusya bazı bölgeleri Doğu Anadolu’da ele geçirmiştir.Kaybettiğimiz asker sayısının 60- 65 bin civarında olduğu kesin olarak bilinmektedir.Tüm bunlara rağmen bazı çevrelerin 90 bin Türk askerini burada şehit göstermesi tamamen hayal ürünüdür. Özellikle Çanakkale savaşlarında Osmanlı Devleti’nin başarılı olması ve Rusya’nın savaştan çekilmesi üzerine Atatürk’ün girişimleriyle doğuda Muş ve Bitlis Ruslardan geri alınmıştır.(1916)Şunu unutmamak gerekir ki Çanakkale savaşlarından sonra Atatürk Kafkas cephesine atanmıştır.Hatta doğuda 2. Ordu komutanlığı görevlerinde de bulunmuştur.

SURİYE-FİLİSTİN CEPHESİ (SİNA-FİLİSTİN CEPHESİ)

İngilizlerin Suriye-Filistin bölgesindeki işgali bölgede bulunan 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından durdurulmak istenmiştir.Ancak sınırlı sayıdaki askeri mevcut, özellikle Alman komutan General Liman von Sanders’in Atatürk ile anlaşamaması, ayrıca Liman Von Sanders’in stratejik hataları ve Arapların İngilizlerle işbirliği yapması bu cephede Osmanlı Devleti’nin başarısız olmasına yol açmıştır.

1919-1923 arasında meydana gelen olaylar nelerdir?

“ 19 MAYIS 1919 – 29 EKİM 1923 ARASI ÜLKEMİZDE YAŞANAN TARİHSEL OLAYLAR”
Kurtuluş Savaşı dönemi (1919 - 1923)
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Anadolu'yu işgale başlamaları üzerine, Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla ulusal kuvvetlerin tek merkezde toplanması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.



Türk kurtuluş mücadelesi 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında Hasan Tahsin tarafından düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Fakat işgalci emperyalist devletlere karşı başarılı bir mücadele için düzenli bir ordu şarttı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye-ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın önemli aşamaları şunlardır:
Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı
Çukurova, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Şanlıurfa savunmaları (1919- 1921)


I. İnönü Zaferi (6 - 10 Ocak 1921)
II. İnönü Zaferi (23 Mart - 1 Nisan 1921)

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri (10 - 24 Temmuz 1921)
Sakarya Zaferi (23 Ağustos - 13 Eylül 1921)
Büyük Taarruz, Başkomutanlık Meydan Muhaberesi ve Takip Harekatı (26 Ağustos - 9 Eylül 1922)



Sakarya Zaferi'nden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te İsviçre'nin Lozan kentinde imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Bu anlaşma ile Sevr Antlaşması yürürlükten kalkmış, Türkiye Cumhuriyet'i Lozan Anlatlaşması temelleri üzerine kurulmuştur.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmişti. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilafet ve saltanat birbirinden ayrıldı, önce saltanat ve daha sonra da hilafet (3 Mart 1924) kaldırıldı. Böylece Osmanlı hanedanının yönetimden bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet (halk egemenliği) idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk hükümeti kuruldu.
Cumhurbaşkanlık yılları (1923-1938) [değiştir]Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, devlet-hükümet başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi.
Atatürk'ün yenilikleri, inkılapları
Siyasal alandaki inkılaplar
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu.
Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı. Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır: Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı. Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921) I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921) II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921) Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922) Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 13 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu.
Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı. Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı. Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz: 1. Siyasal Devrimler: Saltanatın Kaldırılması (1Kasım 1922) Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Gazi, 28 ekim akşamı, bütün mücadelelerinde baştan beri kendisiyle birlikte olan yakın arkadaşlarını sofrasına çağırdı. Onlara, devletin cumhuriyetle idare edilmesi konusundaki düşüncelerini açtı. Açıklamalarıyla onları aydınlattı. Bunun için anayasada değişiklik yapılması gerekiyordu. Gazi bu değiştirmeyi şöyle bir önerge ile gerçekleştirmek istemekteydi: ‘Türkiye Devletinin şekli bir cumhuriyettir. Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.
O akşam, sofrada bulunanlar bu önerge üzerinde söz ve düşünce birliğine vardılar.
Ertesi günü, 29 ekimde Meclis toplandı. Gazi kürsüye çıkarak devlet idaresinin gerçekte cumhuriyet idaresi olduğunu, adının da cumhuriyet olması gerektiğini Büyük Meclise anlattı. Cumhuriyetin kabulünü önerdi.
Fakat Meclis içinde tartışmalar başladı. Bazı milletvekilleri buna karşı çıkıyorlardı. Gazi inandırıcı konuşmasıyla fikirlerini savundu. ‘Bana bir saat müsaade ediniz, size bir öneri getireyim.’ dedi. Sonra Meclisteki odasına çıktı. Akşam, bu konuda oturup konuştuğu ve fikir birliğine vardıkları yakın arkadaşlarını yanına çağırdı. Anayasanın bir maddesini değiştiren önergeyi yukarıdaki şekilde hazırlayıp Meclise geldiler.
Saat 18.00 olmuştu. Gazi tekrar kürsüye çıktı. Mecliste bu konuda ikilik görülüyordu. Uzun tartışmalardan sonra nihayet Gazi’nin önerisi kabul edildi. Ve böylece saat tam 20.30 da cumhuriyet ilân edilmiş oldu.
Bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ilk başkan seçimine geçildi. Saat 20.45 de oyların ayrımından Meclisin bu oturumuna katılmış bulunan 158 milletvekilinin de Gazi Mustafa Kemal’i, Cumhurbaşkanı seçtikleri öğrenildi. Top sesleri, bu mutlu sonucu bütün Ankara’ya, bütün millete, bütün dünyaya duyuruyordu.
Ziya Ünsel, Ata’mın Gününde, 1965/ Çocuk Edebiyatı Antolojisi
Atatürk'ün hayatındaki dönemler
1 Nisan 1916 9 Temmuz 1919 Tümgeneral
9 Temmuz 1919 5 Ağustos 1921 Bağımsızlık Savaşçısı
5 Ağustos 1921 29 Ekim 1923 Başkumandan

Yönetim biçimi cumhuriyet olan Devletler hangileridir?

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Afganistan Cumhuriyeti
Almanya Federal Cumhuriyeti
Angola Cumhuriyeti
Arjantin Cumhuriyeti
Arnavutluk Cumhuriyeti
Avusturya Cumhuriyeti
Azerbaycan Cumhuriyeti
Bangladeş Halk Cumhuriyeti
Benin Halk Cumhuriyeti
Birmanya Sosyalist Cumhuriyeti
Bolivya Cumhuriyeti
Bosna-Hersek Cumhuriyeti
Botswana Cumhuriyeti
Brezilya Federal Cumhuriyeti
Bulgaristan Cumhuriyeti
Burundi Cumhuriyeti
Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti
Cibuti Cumhuriyeti
Çad Cumhuriyeti
Çek Cumhuriyeti
Çin Halk Cumhuriyeti
Dominik Cumhuriyeti
Ekvador Cumhuriyeti
Ekvador Ginesi Cumhuriyeti
El Salvador Cumhuriyeti
Ermenistan Cumhuriyeti
Estonya Cumhuriyeti
Etiyopya Demokratik Halk Cumhuriyeti
Fiji Cumhuriyeti
Fildişi Kıyısı Cumhuriyeti
Filipinler Cumhuriyeti
Finlandiya Cumhuriyeti
Fransa Cumhuriyeti
Gabon Cumhuriyeti
Gambiya Cumhuriyeti
Gana Cumhuriyeti
Gine Cumhuriyeti
Gine-Bissau Cumhuriyeti
Guatemala Cumhuriyeti
Guyana Kooperatif Cumhuriyeti
Güney Afrika Cumhuriyeti
Gürcistan Cumhuriyeti
Haiti Cumhuriyeti
Hırvatistan Cumhuriyeti
Hindistan Cumhuriyeti
Honduras Cumhuriyeti
İndonezya Cumhuriyeti
Irak Cumhuriyeti
İran İslam Cumhuriyeti
İtalya Cumhuriyeti
İzlanda Cumhuriyeti
Kamerun Cumhuriyeti
Kazakistan Cumhuriyeti
Kenya Cumhuriyeti
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Kırgızistan Cumhuriyeti
Kiribati Cumhuriyeti
Kolombiya Cumhuriyeti
Komorlar Federal İslam Cumhuriyeti
Kongo Halk Cumhuriyeti
Kore Cumhuriyeti (Güney)
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey)
Kosta Rika Cumhuriyeti
Küba Cumhuriyeti
Laos Demokratik HalkCumhuriyeti
Letonya Cumhuriyeti
Litvanya Cumhuriyeti
Liberya Cumhuriyeti
Lübnan Cumhuriyeti
Macaristan Cumhuriyeti
Madagaskar Demokratik Cumhuriyeti
Makedonya Cumhuriyeti
Malavi Cumhuriyeti
Mali Cumhuriyeti
Malavi Cumhuriyeti
Mısır Arap Cumhuriyeti
Moğolistan Cumhuriyeti
Moldavya Cumhuriyeti
Moritanya İslam Cumhuriyeti
Mozambik Cumhuriyeti
Nauru Cumhuriyeti
Nijerya Federal Cumhuriyeti
Nikaragua Cumhuriyeti
Orta Afrika Cumhuriyeti
Özbekistan Cumhuriyeti
Pakistan İslam Cumhuriyeti
Palau Cumhuriyeti
Panama Cumhuriyeti
Paraguay Cumhuriyeti
Peru Cumhuriyeti
Polonya Cumhuriyeti
Portekiz Cumhuriyeti
Ruanda Cumhuriyeti
Rodezya Cumhuriyeti
San Marino Cumhuriyeti
Sao Tome ve Principe Demokratik Cumhuriyeti
Senegal Cumhuriyeti
Sierra Leone Cumhuriyeti
Singapur Cumhuriyeti
Slovenya Cumhuriyeti
Somali Demokratik Cumhuriyeti
Sri Lanka Sosyalist Cumhuriyeti
Sudan Cumhuriyeti
Surinam Cumhuriyeti
Suriye Arap Cumhuriyeti
Şeyşel Cumhuriyeti
Şili Cumhuriyeti
Tacikistan Cumhuriyeti
Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti
Tayvan Çin Cumhuriyeti
Togo Cumhuriyeti
Trinidad ve Tobago Cumhuriyeti
Tunus Cumhuriyeti
Türkmenistan Cumhuriyeti
Uganda Cumhuriyeti
Uruguay Oryantal Cumhuriyeti
Vanuatu Cumhuriyeti
Venezuela Cumhuriyeti
Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti
Yemen Cumhuriyeti
Yunanistan Cumhuriyeti
Zaire (Kongo) Cumhuriyeti
Zambiya Cumhuriyeti
Zimbabve Cumhuriyeti

Mayoz ve mitoz bölünme nedir, nasıl gerçekleşir?

Mayoz Bölünme


Bütün döllerde kromozom sayısının değişmez kalabilmesi için (sperm ve yumurtanın birleşmesinden kromozom sayısı iki katına çıkacağından dolayı) farklı bir hücre bölünmesi gelişmiştir. Mayoz bölünme ismini alan bu tip bölünmede, kromozom sayısı yarıya indirgenir. Mayoz bölünmenin sonunda meydana gelen gametler diğer vücut hücrelerinin aksine n sayıda kromozom taşır (bazı bitkilerde ve bir hücrelilerde bireyin kendisi yaşantısı boyunca haploid kromozomlu olduğundan mayoz bölünmeye gerek kalmaz). Normal olarak soma hücrelerinde 2n kromozomlardan homolog olanlar, boyuna, sinaps dediğimiz aralıklarla birbirinin yakınında uzanırlar. Bu homolog kromozomların her biri ayrı bir kutba giderek, yalnız bir tanesinin bir gamete verilmesi sağlanır. Homolog kromozomlar aynı büyüklüğe ve şekle, keza benzer kalıtsal faktörlere sahiptir. Gerek yumurta gerekse sperm oluşumu son iki hücre bölünmesine kadar aynı kurallara göre yürütülür. Daha sonra spermatogenezis (sperm oluşumu) ve oogenesiz (yumurta oluşumu) farklı şekilde meydana gelir.
Mayozda da mitoz gibi profaz, metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evre vardır. Bu evreler arada interfaz olmaksızın peş peşe iki kez gerçekleşir ve sonuçta dört yavru hücre meydana gelir. Mayoz bölünme ile mitoz bölünme arasındaki en büyük farka profazda rastlanır.
1-Bir çeşit çekirdek bölünmesidir. Orijinal hücredeki kromozom sayısının yarısına, yani haploit sayıda kromozoma sahip yavru hücrelerle sonuçlanan genellikle ardışık iki hücre bölünmesi.
2-Eşey organlarında eşey hücrelerinin oluşması sırasında diploit ya da somatik kromozom sayısının yarıya indiği ve dört haploit hücrenin oluştuğu hücre bölünmesi. Redüksiyon bölünme. İndirgenme bölünmesi.
3-Kromozom sayısının yarıya inmesini sağlayan, bir hücreden dört yeni hücre oluşturan bölünme şeklidir.
4-Diploid (Diploid: İki kromozom takımı (2n) kromozomlu eşey ana hücrelerinin, kromozom sayısını yarıya indirerek haploid (Haploid: Diploid(2n) kromozomlu hücrelerin yarısı kadar (n) kromozom takımı demektir.) kromozomlu gametleri oluşturması şeklindeki hücre bölünmesidir. Mayoz bölünme sırasında gerçekleşen krossing over olayı ile gametler, farklı genetik özellikler taşır. Farklı gametlerin birleşmesi (döllenme) ile oluşan zigot, dolayısıyla zigottan oluşan yeni birey de farklı bir varyasyondur.


MİTOZ BÖLÜNME

Mitoz bölünmenin başlangıcını saptamak olanaksızdır. Fakat hücrede bazı değişiklikler olur; hücre içeriği jel haline geçer, metabolizma durur, çekirdeğin hacmi hızla büyür. Kromatid iplikleri belirginleşir ve boyanmaya başlar. G2 evresinin tamamlanması, kromozomların türlere özgü şekil ve sayıyı kazanmasıyla mitoz bölünmeye geçilir. Işık mikroskobunda kromozomlar artık rahatlıkla görülebilir. Bu süre yaklaşık bir saat sürer. Bu evredeki hücreler küre şeklindedir ve etrafındaki cisimlere kuvvetle bağlanmamıştır. Mitoz bölünme; profaz, metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evreye ayrılır.

Profaz
Başlangıcında çekirdek içinde ince uzun kromatid iplikleri halinde görünen kromozomlar, yavaş yavaş helozon şeklinde kıvrılarak kalınlaşmaya başlar ve görülebilir duruma geçer. kalınlaşma ve kısalma anafaza kadar devam edebilir. Bu arada eş kromozomlar birbirlerinden fark edilemeycek kadar sıkıca bağlıdırlar. Bu evrede birbirine sentromerlerle bağlanmış olarak duran kromozomların her birine kromatid denir. Sentrozomlar ayrılarak her biri bir kutba gitmeye başlar ve aralarında iğ iplikleri oluşur. Profazın sonuna doğru iğ iplikleri ile kromozomlar arasında bağlantı kurulurken, sentrozomlardan hücre zarına uzanan iğ iplikleri de oluşur ve çekirdek zarı eriyerek kaybolur, kromozomlar sitoplazma içerisine dağılır.

Metafaz
Kromozomlar çok kere bir çember gibi, bazen de karışık olarak ekvatoral düzlem üzerinde dizilirler. Genellikle küçük kromozomlar merkezde, büyükler çevrededir. Diziliş türlere özgü bir özellik gösterir. Kromozomlar eşit olarak kutuplara çekileceğinden, ortada belirli bir denge kurulana kadar beklenilir.
Profaz 30-60 dakika sürmesine karşılık, metefaz ancak 2-6 dakika sürer. her bir kromozomun sentromeri belirgin olarak ikiye bölünür ve kromatidler tam olarak birbirinden ayrılır.


Anafaz

Ekvatoral düzlemdeki kardeş kromozomlar kutuplara bu evrede taşınırlar. Kasılma özelliği olan sentrozomların iğ iplikleri sayesinde kromozomların yarısı bir kutba, diğer yarısı öbür kutba gider. Kromozomların kutuplara ulaşmasıyla bu evre sona erer.
Bitki hücrelerinde sentrozom bulunmadığı için kromozomların taşınması sitoplazma hareketleriyle ve sitoplazma kökenli iğ ipliklerinin yardımıyla olur. Bu evre de yaklaşık olarak 3-15 dakika sürer.

Telofaz


Kromozomlar daha az boyanmaya başlar. Çekirdek zarı yavaş yavaş oluşur. Kromozomlar uzayıp incelmeye başlar. Bölünme açısından çekirdek dinlenmeye geçerken, hücre metabolizması aktif hale geçer.

Bu evrenin oluşumu sürerken bir yandan da sitoplazma boğum yapmaya başlar. İğ ipliklerine dik olarak boğumlanan sitoplazmanın o bölgede jel hale geçerek iki oğul hücrenin stoplazmasını ayırdığını ileri süren görüşlerde vardır. Stoplazmanın boğumlanarak ayrılması sürecine sitokinez denir. Telofazın başlangıcından iki yeni hücrenin oluştuğu ana kadar geçen süre 30-60 dakikadır.

MAYOZ BÖLÜNME

Bütün döllerde kromozom sayısının değişmez kalabilmesi için (sperm ve yumurtanın birleşmesinden kromozom sayısı iki katına çıkacağından dolayı) farklı bir hücre bölünmesi gelişmiştir. Mayoz bölünme ismini alan bu tip bölünmede, kromozom sayısı yarıya indirgenir. Mayoz bölünmenin sonunda meydana gelen gametler diğer vücut hücrelerinin aksine n sayıda kromozom taşır (bazı bitkilerde ve bir hücrelilerde bireyin kendisi yaşantısı boyunca haploid kromozomlu olduğundan mayoz bölünmeye gerek kalmaz). Normal olarak soma hücrelerinde 2n kromozomlardan homolog olanlar, boyuna, sinaps dediğimiz aralıklarla birbirinin yakınında uzanırlar. Bu homolog kromozomların her biri ayrı bir kutba giderek, yalnız bir tanesinin bir gamete verilmesi sağlanır. Homolog kromozomlar aynı büyüklüğe ve şekle, keza benzer kalıtsal faktörlere sahiptir. Gerek yumurta gerekse sperm oluşumu son iki hücre bölünmesine kadar aynı kurallara göre yürütülür. Daha sonra spermatogenezis (sperm oluşumu) ve oogenesiz (yumurta oluşumu) farklı şekilde meydana gelir.
Mayozda da mitoz gibi profaz, metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evre vardır. Bu evreler arada interfaz olmaksızın peş peşe iki kez gerçekleşir ve sonuçta dört yavru hücre meydana gelir. Mayoz bölünme ile mitoz bölünme arasındaki en büyük farka profazda rastlanır.
İnterfaz
Bölünmeye hazırlık evresidir. Mitozdaki interfaza benzemekle birlikte hücrelerin mitozdaki gibi büyüklüklerinin ve hacimlerinin artması gerçekleşmez.

Profaz-I
Kromozomlar kısalıp kalınlaşmaya başlarken, anadan ve babadan gelen homolog kromozomlar sinaps halinde ya yan yana parelel uzanırlar ya da birbirinin üzerine kıvrılırlar. Kısalma sonucunda kromozomlar mitozdaki gibi görülmeye başlar. Her kromozom iki kromatitten yapıldığından, homolog kromozomlar dörtlü demetler halinde görülür, bu görünüşe tetrat denir. Canlının vücudunda homolog kromozom kadar tetrata rastlanılır (insanda 23 tane). Kromozomların sentromerleri ayrılmamıştır. 4 kromatid için iki sentromer vardır.
Ayrıca mitozdan farklı olarak bu evrede tetratlar arasında parça değişimi gerçekleşir. Krossing-over denilen bu parça değişimi tür içinde çeşitliliği sağlar. Bu evrenin sonunda çekirdek zarı parçalanarak kaybolur.

Metafaz-I
Çekirdek zarının parçalanması sona ermiş, sentrozomlar kutupulara çekilmiş ve iğ iplikleri ortaya çıkmıştır. Sentromerleri çift olan tetratlar ekvatoral düzlem üzerine dizilir.

Anafaz-I
Bu evrede tetratlar ikiye ayrılarak kutuplara giderler. Ana ve babadan gelen kromozomlar rasgele olarak birbirlerinden ayrılırlar (özelliklerimizin bazılarının anadan bazılarının babadan geçmesinin nedeni). Bu evrede kromozom sayısı indirgendiğinden kutuplara taşınan yani oğul hücrelere geçecek olan kromozom sayısı vücut hücrelerinin kromozom sayısının yarısı kadardır.
Telofaz-I
Hücrenin iki kutbunda bulunan kromozomlar uzayıp incelmeye başlar. Etraflarında çekirdek zarı oluşur. Sitoplazmanın boğumlanmasıyla da haploid sayıda kromozoma sahip iki yavru hücre oluşur.
Buraya kadar geçen olaylar mayoz-I olarak adlandırılır. Bundan sonra mitozdakinin aksine arada interfaz evresi olmaksızın profaz-II'nin başlamasıyla mayoz-II başlar. Mayoz-II mitoz bölünmenin hemen hemen aynısıdır. Hücrelerdeki haploid kromozom sayısı korunarak profaz-II, metafaz-II, anafaz-II ve telofaz-II gerçekleşerek mayoz bölünmenin sonunda n kromozom sayısına sahip 4 yavru hücre meydana gelir.

Attila Damar kimdir,kitapları edebi kişiliği hayatı



1946 mersin doğumludur. Hukuk ve gazetecilik eğitimi almış bir baba ile ressam bir annenin oğlu olan Attila Damar, eğitimine İstanbul Göztepe'teki Taş Mektep isimli yatılı okulda başladı. 1952'te annesi ile babası boşandı. Damar 6 yaşındayken yatılı okula verilir. Şişli 19 Mayıs İlkokulu’ndan mezun olup Galatasaray Lisesi‘nde öğrenimine devam etti. Okuldaki öğrenci kulüplerinden müzik, edebiyat, folklor gibi kollarla ilgilenmiştir. Küçük yaştan edebiyata yeteneği ve yoğun ilgisi vardır.Öyleki taslak olarak da olsa ilk hikaye kitabını yazar.Kitaba "küçük şeyler" ismini verir.Lise yıllarına geldiğinde kitabı olan "insanlar büyüdükçe küçülür"ü yazar.Galatasaray Lisesi’ndeki 6 yılından sonra 1966 yılında lise eğitimini tamamlar. Hukuk ve ekonomi gibi bölümleri bitirdikten sonra çocukluk tutkusu edebiyata dönüş yapar.Bir süre Fransızca öğretmenliği ve mütercimlik yaptı. 1977'den sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı. Daha sonra kendini büsbütün kitaplara ve edebiyata veren yazar peşpeşe kitaplarını çıkarmaya başladı....

Yazarın Son Eklenen Kitapları

  • Kartopu
  • Çocuk Bayramı
  • Kır Çiçekleri
  • Çirkin ve Güzel
  • Eşyanın Dilinden (Ciltli)
  • Oyun
  • Çocuklar İçin Toplumsal Davranış Kuralları (Ciltli)
    18 Konuda 147 Altın Kural
  • Hikaye Sofrası (Ciltli)
    Her Aya Bir Hikaye
  • Hayal Dünyası
  • Kırmızı Bisiklet

Arjantin'in paralel ve meridyenleri,Arjantin ve Arjantin Tarihi

Konum: Güney Amerika'nın güneyinde, güneyde Atlas Okyanusu kıyısında yer alır. Atlas Okyanusuna kıyısı 4.000 km`yi aşar. Güneyinde ve batısında Şili, kuzeyinde Bolivya ve Paraguay, kuzeydoğusunda Brezilya ve Uruguay yer alır.
Coğrafi konumu: 34 00 Güney derecesi, 64 00 Batı boylamı

Amerika kıtası keşfedildikten sonra Avrupa devletleri hızla bu kıtada koloniler kurmaya başladılar. 1536’da Arjantin’e gelen İspanyollar bugün Buenos Aires olarak bilinen yerde ilk koloniyi kurdular. Fakat şehre yerleşme ancak on sekizinci yüzyılda oldu. Arjantin 1776’ya kadar İspanya’ya bağlı Peru Genel Valiliğince idare edildi. Bu seneden sonra La Plata Genel Valiliği kuruldu ve Buenos Aires genel valiliğin başkenti oldu.

1806’da Buenos Aires’in İngilizler tarafından kısa bir müddet işgal edilmesi, Arjantin’in istiklal mücadelesi için bir başlangıç olmuştur. 1808’de Napoleon’un İspanya’ya girmesi bağımsızlık mücadelesini hızlandırdı. Ülke 1812’ye doğru istiklalini kazandıysa da, 1816 yılına kadar müstakil bir devlet olduğu resmen ilan edilmedi. İstiklal hareketinin baş lideri ve kahramanı, Şili’nin de kurtarılması için öncelikle sorumlu bir kimse olan General Jose de San Martin’dir.

İkinci Dünya Savaşı esnasında Arjantin hükumetlerinin gizli ve kamufle edilmiş Nazi tarafdarı tutumları, Amerika Birleşik Devletleri ve batı yarım küresinin diğer ülkeleri ile münasebetlerinin gerginleşmesine ve Arjantin’in Pan-Amerikan Konseyinden çıkarılmasına sebep oldu. Resmiyette bütün harp esnasında tarafsız kalan Arjantin, 1945 ilkbaharında müttefikler tarafına girdi. Geniş ölçüde ABD’nin desteği sebepiyle o sene sonuna doğru Birleşmiş Milletler üyesi oldu ve teşkilatın mes’elelerinde önemli bir rol oynadı.

Harpten sonra general olan Juan Domingo Peron kendine kuvvetli bir pozisyon hazırlamayı başarmış ve 1946 Şubatında Arjantin Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Eşi Eva Duvarte de Peron’un yardımıyla enerjik ve sert bir idare kurmayı başararak, zamanında, siyasi desteğini silahlı kuvvetlerden almaya çalışan sınıflara sözünü geçirmesini bilmiştir. Basını bir devlet organı haline getirmiş ve totaliter bir rejimin başkanı olarak kendisine daha büyük yetki vermesi için anayasayı değiştirmiştir.

İşçi sınıfları arasında çok sevilmiş ve hatta kahraman olarak tanınmıştır. Fakat askeri bir darbe ile 1955’te devrilmiş, uzun seneler sürgünde yaşamış ve bilahare dönerek 1973’te devlet başkanı olmuştur. Bir yıl sonra ölmesi üzerine İsabel Peron olarak tanınan üçüncü karısı devlet başkanı oldu. Ülkenin birlik ve beraberliğini sağlıyamayınca 1976’da ordu tarafından devrildi.

Arjantin’in eski devlet başkanlarından General Galtier İngiltere’ye ait, fakat kendilerine çok yakın olan Falkland adalarını Nisan 1982’de işgal etti. İngiltere ile olan savaşı Arjantin kaybetti ve adaları İngilizler tekrar geri aldılar. Gerek yapılan savaş ve gerekse bu durumda bazı devletlerin uyguladıkları ekonomik ambargo, Arjantin’in iktisadi durumunu çok sarstı. Bu durumda askeri idare 1983 yılı sonlarında seçime giderek idareyi sivillere teslim etti. Böylece yedi sene süren askeri idareden sonra normal idare tekrar tesis edildi.

1930’dan bu yana Arjantin’de hiçbir sivil idare 6 seneden fazla iktidarda kalamamıştır. 1819 yılından bu yana 46 devlet başkanından sadece ikisi, askeri darbesiz seçimle görevini devir-teslim etmiştir. 1989’da Raul Ricardo Alfonsin’in yerine Carlos Menem (El Turco) seçilmiştir.

Mevlana'nın hoşgörü ile ilgili sözleri nelerdir?


· Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi
ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
· Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.
. Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş..
. Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır..
. Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir..
· Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
. Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..
· Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
· İsa'nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
· Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
· Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
· Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.
· Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
· Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
· Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
· Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
· Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar
· Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.
· O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.
· Genişlik, sabırdan doğar.
· Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
· Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
· Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
· Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
· Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
· Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
· Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
· Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
· Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
· Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.
· Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah'tır. Tamahkarın kıblesi ise altın torbası.
. Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..
· Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim"der. Kendinde olmayış,kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
· İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.
· Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
· Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var
· Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
· Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
· Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.
· Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.
· Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?
· Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.
· Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.
· Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.
· Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç?O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.
· Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.
· Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.
· Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.
· Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.
· Verdiğini geri alan kişi, ***** gibi kusmuğunu yemiş olur.
· Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.
· Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür.
· Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
· Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
· Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
· Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler
· Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.
· Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.
· Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır.
· Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
· Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.
· Kötü nefis, yırtıcı kuştur.
· Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.
· Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler.
· Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.
· Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.
· Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.
· Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet'in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.
· Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
· Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.
· Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.
· Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
· İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.
· İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir.
· A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.
· Bir gömlek derdine düşeceksin ama belki o gömlek kefen olacaktır sana.
· Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.
· Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin.
· O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
· Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra
· Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
· Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
· Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç.
· İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana.
· Doğruluk, Musa'nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.
· Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek Allah'ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.
· Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.
· Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi havada olur.
· Topluluk bizim yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz
· Ümit, güvenlik yolunun başıdır.
· Kuş seslerini öğrenen kimse, kuş olmadığı gibi aynı zamanda kuşların düşmanı ve avcısıdır.
· Dert, insana yol gösterir.
· İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır.
· İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.
· Sokak köpeğine ister altın, ister yünden tasma tak, yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz.
· Cübbe ve sarık ile alimlik olmaz. Alimlik, insanın zatında bulunan bir hünerdir.
· Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak, peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım?
· Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?
· Testi taştan korkar ama o taş çeşme oldu mu, testiler her an ona gelmeye can atar.
· Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak,
sırları örtmek yaraşır.
· Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?
· Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur
· Dünya köpüktür. Tanrı sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına, duruluğuna perdedir.
· Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yar. Saçlar da sevgilinin yüzünü, gözünü örter.
· Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun.
· Biz, tulumla, küple, testilerle tatmin olmayız. Bizi çekip ırmağınıza götürün.
· Dünyaya demir atmış Karun'u, yer çekti, yuttu. Ulular ulusu İsa'yı gökyüzü çekti, yüceltti.
· Ekmek, beden hapishanesinin mimarıdır.
· Gübre olup bostanın gönlüne giren pislik, yok olur gider de pislikten kurtulur, kavunun, karpuzun lezzetini arttırır.
· Avlanmak istedik mi uçup gittiğimiz yer Kafdağı'dır. Akbaba gibi leş avlamayız biz.
· Bir köpeğin önüne bir çuval şeker koysan bile, onun gönlü yine leş peşindedir. Şekerden ne anlar o?
· Allah ile birleşmek demek, senin varlığının O'nunla birleşmesi demek değildir. Senin yok olmandır.
· Küfürle iman, yumurtanın akıyla sarısına benzer. Onları ayıran bir berzah var, birbirine karışmazlar.
· Köpekler gibi kızmayı bırak, arslanların gazabına bak. Arslanların gazabını görünce de var, bir yaşına girmiş koyun gibi yavaş ol.
· Din evinde haset faresi bir delik açar ama kedinin bir miyavlaması ile ürker kaçar.
· Kadınlar, aklı olanlara, gönül sahiplerine pek üstün olurlar. Cahillere gelince, onlar, kadına üstündür. Çünkü tabiatlarında hayvanlık vardır. Sevgi ve acımak, insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasıfları.
· Mümin bir kopuza benzer. Madem ki inanan kişi feryat edip ağlamada kopuzdur, kopuz kendisine mızrap vuran olmadıkça feryat etmez.
· Madem ki, akıl babandır beden de anan, oğulsan babanın yüzüne bak.
· Yeryüzü ile dağda aşk olsaydı, gönüllerinde bir ot bile bitmezdi.
· Kuş, kafeste kaldıkça başkasının buyruğu altındadır. Kafes kırıldı da kuş uçtu mu, nerede ona geçecek buyruklar?
· Bal çanağının ağzı kapalı. Sen ise, üstünü, yanını yalayıp duruyorsun. Çanağı yere çal,
· İnsana bütün korku içinden gelir fakat insanın aklı daima dışarıdadır.
· Dil, anlamlara bir oluktur adeta, fakat nereden sığacak oluğa deniz?
· O kadar çok koşmayın, o kadar yorulmayın, şu yerin altında çırak ne olmuşsa usta da o olmuştur.
· Bir lağımın pis kokusunu koklamak, ruhu kokuşmuş zenginlerle sohbetten yüz misli iyidir.
· Sen, yeni bir çocuk doğurmadıkça, kan tatlı süt haline gelmez.
· Hırsızlara, kötülere, alçaklara acımak, zayıfları kırıp geçirmektir.
· Aşk, davaya benzer. Cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki.
· Tohum yerde gizlenir de, o gizlenmesi bağın, bahçenin yeşermesine sebep olur.
· Yazı yazılırken eli görmeyen kişi, yazı kalemin oynamasıyla yazılıyor sanır.
· Gül solup, gül bahçesi harap olduktan sonra gülün kokusunu nereden duyabiliriz? Gülsuyundan!
· Firavun, yüzbinlerce çocuk öldürttü, aradığıysa evinin içindeydi.
· Geminin içindeki su, gemiyi batırır. Geminin altındaki suysa, gemiye arka olur.
· Aynanın berraklığını yüzüne karşı söylersen, ayna hemen buğulanır, seni göstermez olur.
· Eşek, suyun kadrini bilseydi, ayak yerine baş koyardı ırmağa.
· Aklın deveciye benzer, sense devesin. Aklın seni ram eder, ister istemez dilediği yere çeker götürür.
· Eğer parça buçukta bütünle beraberdir, ondan ayrılmaz diyorsan, diken ye, diken de gülle beraberdir.
· Gümüşün dışı aktır, berraktır ama onun yüzünden el de kararır, elbise de.
· Ateşin kıvılcımlarıyla al al bir yüzü vardır. Ama yaptığı kötü işe bak, karanlığı seyret.
· Yoksul, cömertliğin aynasıdır.
· Peygamberler insanları Allah'a ulaştırmak için gelmişlerdir. İnsanların hepsi bir bedense, kulla Allah birleşmişse kimi kime ulaştıracaklar?
· Bir mumdan yakılan mumu gören, gerçekten de asıl mumu görmüştür. Düşünenlerin
düşündürdükleri...
· Sabır, genişliğin anahtarıdır.
· Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen varlığını yaka dur.
· Ana karnındaki çocuğa doğmak, dünyadan göçmektir
· Somuna benzer bir şey düzsen, emdin mi, şeker gelir ondan, ekmek tadı değil.
· Terazide arpa altınla yoldaş olur ama bu, arpanın da altın gibi değerli olmasından değildir.
· Koruktaki su ekşidir ama koruk üzüm olunca tatlılaşır, güzelleşir. Derken küpte yine acır, haram olur fakat sirke olunca ne güzel katıktır.
· Ay, yıldızlardan utanır ama yine de cömertliği yüzünden yıldızların arasında bulunur.
· İnanan, inananın aynasıdır.
· Sen şekillerde kalırsan puta tapıyorsun demektir. Her şeyin şeklini bırak, manasına bak
· Rengi kara bile olsa, bir kişi seninle aynı maksadı güdüyorsa, ona ak de, senin rengindedir.
· Hacca gideceksen, bir hac yoldaşı ara. İster Hint'li olsun, ister Türk, ister Arap. Şekline, rengine bakma, maksadı ne, ona bak.
· Yokluk, varlığın aynasıdır.
· Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan.
· Zıddı meydana çıkaran, onun zıddı olan şeydir. Bal, sirkeyle belirir.
· Kasırga pek çok ağaçlar yıkar fakat yeşermiş bir ota ihsanlarda bulunur.
· Dostların ziyaretine eli boş gelmek, değirmene buğdaysız gitmektir.
· Herkes güneşi görebilseydi, güneşin ışıklarına delalet eden yıldızlara ne ihtiyaç vardı?
· Hiç köpeğin havlaması, ayın kulağına değer mi?
· Huzurunda bulunmayanlara bile böyle elbiseler, böyle yiyecekler verirse, kim bilir konuğun önüne ne nimetler koyar.
· Hıristiyanların bilgisizliğine bak ki, asılmış Tanrı'dan medet umuyorlar.
· Resim, ressama, beni kusurlu yaptın diye söz mü söyleyebilir?
· İnsanoğlu, dilinin altında gizlidir. Dil, can kapısının perdesidir. Yel, perdeyi kaldırdı mı ne var, belirir bize.
· Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa'nın eli nerede
· Akıllı birisinden gelen cefa, bilgisizlerin vefasından iyidir.
· Kara odun ateşe eş oldu mu, karalığı gider, tümden ışık kesilir.
· Bağış, kine merhemdir.
· Tahta içinde yaşayan kurt, o tahtanın fidan olduğu vakit ki halini bilir mi hiç?
· Madem ki hırsızsın, bari o güzelim inciyi çal, madem ki gebe kalıyorsun, bari yüce bir çocuğa gebe kal.
· Korukla üzüm birbirine zıttır ama, koruk olgunlaştı mı güzel bir dost olur.
· Tanrı yüzünü çirkin yaratmışsa, kendine gel de, hem çirkin yüzlü hem çirkin huylu olma bari.
· Aynada bir şekil görürsün hani, senin şeklindir o, aynanın değil.
· Satrançta piyon yola çıkar da, sonunda yüce vezir olur.
· Kibir kokusu, hırs kokusu, tamah kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar.
· Sonsuzun iki yanı da yoktur, ortası nasıl olabilir?
· Dosttan, yakınlardan gelen bir cefa, düşmanın üçyüzbin cefasına bedeldir.
. Bal yiyen arısından gocunmaz..
· Güneşin ışığı pisliğe vursa bile pislenmez, ışıktır o.
· Başın ırmağın suyuna daldı mı, suyun rengini nasıl görebilirsin?
· Davud'un elinde mum oluyor, senin elindeyse mum, demire dönüyor.
· Sabır, insanı maksadına en tez ulaştıran kılavuzdur.
· Yılan yumurtası da serçe yumurtasına benzer ama aralarında ne kadar fark var.
· Bilginin, iki kanadı vardır, şüphenin tek.
· İkiyüz batman bala, bir okka sirke döksen, balın içinde erir, gider. Balı tattın mı sirkenin tadını bulamazsın fakat tartarsan bir okka fazla gelir. Demek ki sirke, hem yok olmuştur, hem vardır.
· Bir kuyudan her gün toprak çeker, her gün orayı kazar, eşersen, sonunda arı duru suya ulaşırsın.
· Denizden bile yerine su koymadan devamlı su alsan, bu işin denizleri çöle çevirir.
· Sen, yerdeki yeşillik gibisin, ayağın bağlı. Bir yel esti mi, tam inanca ulaşmadan başını sallarsın.
· Oltandaki et lokması, balık avlamak içindir. Öyle lokma ne bağıştır ne cömertlik.
· Sözün eğri olsa da, anlamı doğru bulunsa, sözdeki o eğrilik, Tanrı'ya makbuldür.
· İçen akıllıysa, aklının parlaklığı daha da artar, fakat kötü huyluysa daha beter olur. Ama halkın çoğu kötü olduğundan, beğenilmez huylara sahip bulunduğundan, içki herkese haram edilmiştir.
· Eşeğin ardını öpmekte bir tat, tuz yoktur. Faydasız yere, sakalını, bıyığını kokutur.
· Pirlik, saçın sakalın ağarması ile elde edilmez. İblisten daha ihtiyar kim var?
· Tavus kuşu gibi sadece kanadını görme, ayağını da gör.
· Pirenin ısırışından meydana gelen yanış, seni yılan soktu mu yok olur gider.
· Öküz, ansızın Bağdat'a gelir, şehri bir baştan öte gezip, dolaşır. Bütün o zevki, hoşluğu, tadı, tuzu görmez de göre göre karpuz kabuğunu görür.
· Hani bir hayvan vardır, porsuktur adı. Dayak yedikçe semirir, büyür, köteği yedikçe daha iyileşir, sopa vuruldukça semirir, insan da gerçekte porsuktur, çünkü o da dert, mihnet sopasıyla büyür, semizleşir.
· Uçan kuş, yeryüzünde kalsa tasalanır, derde düşse ağlayıp inlemeye koyulur. Fakat ev kuşu, kümes hayvanı, yeryüzünde sevinçle yürür, yem toplar, neşeyle koşar durur.
· Ölülerle savaşıp gazilik elde edilmez.
· Hoş, güzel ömür, yakınlık aleminde can beslemektir. Kuzgunun ömrü ise fışkı yemeye yarar.
· Kin, sapıklığın da aslıdır, kafirliğin de.
· Kuru duayı bırak, ağaç isteyen tohum eker.
· İnciyi sedefin içinde ara, hüneri de sanat ehlinden iste.
· İnsan bir ağaca benzer, kökü, ahdinde durmaktır.
· Susmakla canın özü, yüzlerce gelişmeye ulaşır. Ama söz, dile geldi mi, öz harcanır.
· Hiç ay, yeryüzünde ev sahibi olur mu?
· Hırs, çirkinlikleri bile güzel gösterir.
· Padişahın adamlarından biri, zindanın burcunu yıksa, zindancının gönlü bu yüzden kırılır mı hiç?
· Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan, gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra güzelim akıl, fikir, ayırt ediş varlığına geldin.
· Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
· Demirciliği bilmiyorsan, demirci ocağından geçerken sakalın da yanar, saçın da.
· Taş, taşlıktan çıkıp yok olmadıkça, mücevher olup yüzüğe takılır mı hiç?
· Padişah, töhmet altına alınanı Karun'a çevirir. Artık suçsuzu ne hale kor, onu sen düşün.
· Eğri ayağın gölgesi de eğridir.
· Tam inanç aynası kesilen kişi, kendini görse bile, Tanrı'yı görmüş olur.
· Bilgiye ulaştı mı ayak, kanat olur.
· Göz olgunlaştı mı, temeli, özü görür. Ama kişi şaşı oldu mu parça buçuğu görür ancak.
· Sınama, deneme yolunda bilgi, tam inançtan aşağıdır, zindansa yukarı.
· Can, doğan kuşuna benzer, beden ona bir tuzak

makale deneme örnekleri


Elbette abartıldığı sürece utanma duygusu zarar verebilir. Ancak bilimadamlarının son dönemde yaptığı çalışmalar utanma duygusunun hayvanlarda olmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Peki bu durumda sadece insanlar utanma duygusuna sahipse ve hayvanlar değilse aklımıza iki soru hemen geliyor. Acaba utanma ve ar duygusundan yoksun insanlar hangi kategoriye girecek. Daha da enterasanı utanma duygusu olan bir hayvan olursa onun da yeri konusunda tartışmalar olacaktır. Heralde tüm halkının toplam utanma duygusu bir milletin medeniyet seviyesi ile doğru orantılıdır diye bir hipotez ortaya atılsa ispat edilmeye değerdir. Elbette tüm Dünya medeniyetlerinde sürekli renkli cam ekranında yahut aynı doyumsuzlukla ve arsızlıkla DÜnya nın tüm güzelliklerini zedelemeye çalışan , tabir yerinde ise midesi dilate yani normalden bir kaç kat daha büyük mideli kimseler var. Tabi oldukçada çok gibi görünüyorlar. Ama ucuz bir malın milyonlarca satılması gerçeği, kaliteli ve pahalı bir ürünün kalitesine zerre kadar etki etmez. Bunların göz önünde olması iyi ve medeni olduklarını göstermez. Ayrıca herkesin sınırsız mal mülk edinme hakkının olduğunu ve bunda kimsenin gözü oladığını söylemeye gerek olmasa gerek. Sorun bu çokluğun nasıl edinildiği. İçinde diğerlerinin mutsuzluğu üzerine kurulu arsızlık var mı? Kimseyi demoralize etmeden söylemek gerekirse adım adım süprizlere açık bir hayatta hiç süpriz olmayacak gibi yaşamak sanırım enterasan bir aldanma. Hele bu hayatta hızlı arsız ihtiraslı yaşama duygusu ne denli doğru bilinmez. Elbette bu tür kimseler için eleştiri bir anlam ifade etmez. Toplumun tembelliği ve değer yargılarının zayıflaması yüzsüz yaşayan ve geçinen doyumsuzların sayısını artırır demek yalan olmaz. Elbette onları eleştirmek bize düşmez. Onlara sorarsanız mutlu olduklarını söyleyecektirler. Mutlu olmasalar yüzsüzlüğe ve doyumsuzluğa nasıl katlanabilirlerdi. Ama onlar içinde kanser edici sorun bu mutluluğu ne kadar devam ettirecekleri kaygısı. Yani ne kadar daha aynı oranda arsız ve doyumsuz bir hayat yaşayarak mutlu olmaya devam edecekleridir. Herşeyin bir başı birde sonu var. Mutluluğunda. Elbette tüm insanlar mutlu olmalı. Ancak mutlu olma egosu yüzünden diğer insanların mutlu olmadığı bir dünya ya bizler ne kadar katkı sağlıyoruz. Tüm bunlardan sonra kendimize durup sormamız gereken soru belkide benim mutluluğum diğer insanların mutsuzluğuna sebep oluyor mu ? Aslında güzel ahlaklı ve vicdanlı yahut utanan yahut doyumlu yada ne derseniz deyiniz bir insan olma diğerlerini mutsuz edermi. İçinde bulunduğu en kötü durumu bile nakit akışına çevirme yeteneği ile övünme ve mutlu olma duygusu ise ne kadar yersiz ve kibirli. Bunun tam tersini yapma ise simyacılık bu günlerde. Elbette hayatın bu kadar kısıtlı irdelenmesi doğru değil. Ama bize yol gösterecek ışıklar yakacak gerçek aydın ve aristokratlar çok olsaydı bunları yazmaya bile gerek kalmayacaktı. Herşeyin geriye çevrilemeyeceği bir ana gelmektense zamanında tedbir almakta fayda var sanırım. Vicdanı rahat vicdanların bu yazıyı okurken yüzlerindeki tebessümü hissedebilmek önemlidir. Bu yazıda bu güzel tebessümlere bir ön yanıttır. Utanma duygusundan yoksun olanlar bakalım bu hayat denilen azgın boğanın sırtında daha ne kadar mutlu olmaya devam edeceksiniz ?

Kalbin Emeği

Dua kalbin emeğidir. Kalpten gelen arzuları ifade eder. Ancak insanın bu arzuların üzerinde bir gücü yoktur. İnsan öyle bir şekilde yaratılmıştır ki insan tam olarak ne aradığını ya da gerçek niyetinin ne olduğunu bilmez. Dolayısıyla dualarının önem teşkil eden doğasını da anlayamamaktadır.
Buna karşılık, dua kitaplarında yazanlar aslında kişinin istemesi gerekenleri öğrenmesini anlatan şeylerdir. Eğer kişi kendisi üzerinde çalışırsa ve arzu ve düşüncelerini kontrol edip yönlendirme yolunda çalışırsa, dua kitaplarını yazan insanların arzu ve talep seviyelerine yükselir. Dua kitapları maneviyatı edinmiş insanlar tarafından binlerce yıl önce yazılmıştır.
Kişinin dua kitaplarını yazan kişiler ile arzularını uyumlu hale getirebilmesi için birkaç hazırlık safhasından geçmesi gereklidir. Kişi kötülüğün doğasını ve nelere sebep olduğunu anlaması gerekir, şöyle ki, insanın doğası gereği egoist bir eğilimi olduğudur. Kişi egoizminin (benliğinin) kötülüğün kaynağı olduğunu anlamalıdır. Hatta dahası, bunların hepsinin ruhun en derin noktasında edinilmesi ve fark edilmesi gerekmektedir.


Türkiye'deki nüfusu en yoğun iller hangileridir?

Bak bölgeler açısından 1997 ölçümü
1997 yılı nüfus verilerine göre, toplam nüfusun bölgelere dağılımı
1. Marmara 15.936.000
2. iç Anadolu 10.525.000
3. Ege 8.325.000 *
4. Karadeniz 8.284.000
5. Akdeniz 8.109.000 ,
6. D.Anadolu 5.945.000


İSTANBUL YOĞUN NÜFUSLU YERLERDEN BİRİSİDİR.NEDENLERİ;
1-İKLİMİNİ İYİ DEĞİLDİR.BU YÜZDEN FAZLA MEYVE VE SEBZE BULUNMAZ.
2-BİTKİ ÖRTÜSÜ İYİ DEĞİLDİR.Ormanların sık ve gür olduğu alanlar seyrek nüfuslanmıştır.Örnek Ekvatoral Bölgede Amazon, Kongo Havzaları gibi.
3-YER ŞEKİLLERİ İYİ DEĞİLDİR.Engebeli yerler; ulaşım şartlarının elverişsizliği, tarım alanlarının kısıtlı olması gibi sebeplerle seyrek nüfusludur.

İklim şartları elverişli olsa bile dağlık kesimler seyrek nüfuslanmıştır. Ör. Dünya üzerinde Alp-Himalaya dağları seyrek nüfusludur. Yurdumuzda ise Menteşe yöresi, Taşeli platosu, Teke yarımadası, Biga yarımadası, Gelibolu yarımadası, Yıldız Dağları Bölümü elverişli iklim şartlarına rağmen seyrek nüfusludur.

Yeni Zelanda'nın matematiksel konumu nedir?


Konum: Okyanusya, Güney Pasifik Okyanusunda adalar, Avustralya'nın güneydoğusunda yer alır.

Coğrafi konumu: 41 00 Güney enlemi, 174 00 Doğu boylamı

Haritadaki konumu: Okyanusya

Yüzölçümü: 268,680 km²

Antipodes Adalarını, Auckland Adalarını, Bounty Adalarını, Campbell Adalarını, Chatham Adalarını ve Kermadec Adalarını içine alır.
Sınırları: 0 km
Sahil şeridi: 15,134 km
İklimi: Keskin bölgesel çelişkilerle birlikte ılıman iklim görülür.
Arazi yapısı: Dağlar ve geniş kıyı ovaları ağır basmaktadır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Pasifik Okyanusu 0 m
en yüksek noktası: Cook Dağı 3,764 m
Doğal kaynakları: Doğal gaz, demir, kum, kömür, kereste, hidro enerji, altın, kireçtaşı
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %9
daimi ekinler: %5
otlaklar: %50
ormanlık arazi: %28
diğer: %8 (1993 verileri)
Sulanan arazi: 2,850 km² (1993 verileri)
Doğal afetler: Depremler ülke genelinde ortaya çıkmalarına rağmen şiddetli değiller, volkanik etkinlik fazladır.

Savaşın insan yaşamına zararları ve barışın faydaları


Savaş, insanların yaşama hakkını elinden almaya kadar ileri boyutlara varır.

Nice insanlar ölür, niceleri sakat kalır, evsiz barksız kalır, ailesini kaybeder, sevdiklerinden uzak kalır vs vs.

İnsan yaşamı üzerinde ki tehditlerini saymakla bitiremeyiz herhalde. Televizyonu açıp ana haber bültenlerini 1-2 gün izleyin. Savaş halindeki ülkeler, savaş sonrası ülkelerin durumları ile ilgili haberleri takip edin böylece cevabı siz de bulacaksınız.

Savaş ekonomik düzeni alt üst eder. Bu da bölge insanlarını doğrudan etkiler. İnsanlar aç susu kalır. İlaç sıkıntısı baş gösterir. Hastalar ilaç hatta hastane bulamaz. Aç kalırlar vs. vs.

_________________________________________________________________________



SAVAŞ SONRASI İNSAN

Savaş nefretin dolaysız dışavurumudur. Kullandığı teknoloji ne olursa olsun hangi kriterlere göre değerlendirilse değerlendirilsin doğası gereği yıkıcıdır. Bu yıkıcılık savaşın bizzat başladığı andan çok önce başlar ve savaşın bitiminden çok sonraya kadar biyolojik psikolojik ekolojik yıkımlar olarak kendini yaşamın her alanında gösterir.
Savaşın öznesi insandır. Nesnesi ise tanımlanabilen her şeydir. Herkese tehdit altında olduğunu hissettiren ilk duygu ölümdür.Düşüncenin ilk oluşumundan bu yana insanlar bu ölüm duygusundan kurtulmak için değişik korunma yömtemleri geliştirdiler.ilerlemenin temel amacı bu ölüm duygusunu ortadan kaldırmaktır diyebiliriz. Postmodern düşünürlerden J.Baudrillard „Mutlak korunma öldürücüdür.“der. Kişinin her türlü insan ve nesneyle olan ilişkisi iktidar temelli olduğundan; savaş, iktidarı elde etmenin ve onu elde tutmanın en etkin yöntemidir.

Savaş,savaşa katılan gruplar tarafından „hak“ nosyonu etrafında değerlendirilir. Politik tanısı ne olursa olsun reçetesi savaş olarak belirlenen iktidar hastalığında, hastalığı tedavi edecek ilacın bileşiminde sadece „hak“ vardır. Hak temelinde gelişen bu politik süreç kendi tarafını ve karşıtını yaratmak zorundadır. Simmel „Olumsuzlama dünyanın en basit şeyidir. Bu yüzden bir hedefte anlaşamayan kişiler, büyük kitleler olarak burada buluşurlar.“ diyor. J. Baudrilard ekliyor „kitleleri olumlu görüş ya da eleştirel niyetleri doğrultusunda kışkırtmak gereksizdir; çünkü kitlelerin böyle görüş ya da niyetleri yoktur: Ayrışmamış bir güçleri vardır yanlızca, bir reddetme güçleri. Yanlızca dışladıklarıyla, yadsıdıklarıyla güçlüdürler.“ Bir kez ölüm tehdidi altında bulunan insanlar politik ve tarihsel olarak artık iktidarın kendini meşrulaştırma ve koruma araçlarına dönüşürler.

Bu çalışmamızdaki amacımız, savaş ve savaşın oluşum süreçlerinin bir analizi ve değerlendirmesi değil; savaş anında, öncesinde ve sonrasında savaşa katılanların, savaştan direkt veya dolaylı etkilenlerin ruhsal durumlarında oluşan veya oluşma ihtimali bulunan bir takım rahatsızlıkların kısa bir değerlendirmesini yapmaktır. Ruh sağlığında Amerikan Psikiyatri Birliği DSM IV te insanın ruhsağlığı „Gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin veya başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşaması, böyle bir olaya tanık olması ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelinmesi“ ve „kişinin tepkilerinin korku, çaresizlik ya da dehşete düşme olası durumlarda bozulabilmektedir.“ denmektedir. İşte bu tür travmatik oluşumların en büyük sebebi savaş vb şiddet olaylarıdır.

Travma organizmada değişime yol açan fiziksel ve/veya psikolojik şiddetir. Travmanın psikolojik-psikiyatrik belirtileri uygulanan şiddeten bağımsız olarak ortaya çıkabilir. Çeşitli travmalarda fiziksel belirtilerin kaybolmasına rağmen psikolojik-psikiyatrik belirtilerin varlıkları yıllarca hatta yaşam boyu sürebilmektedir.travmanın psikolojik-psikiyatrik belirtilerinin uzunca bir süre geçtikten sonra da ortaya çıkabileceği uzmanlarca belirtilmektedir.

Travma sonrası ortaya çıkan tepkiler farklı olabilmektedir: Endişe, güvensizlik, korku, çaresizlik, umutsuzluk, yaşamdan tat almamak, bellek, duygudurum, uyku bozuklukları, konsantrasyon güçlüğü, olayı yeniden yaşama, kaçınma ve donukluk belirtileri, iştahsızlık, yaygın baş ağrıları, cinsel işlev bozuklukları, alkol, ilaç, madde kullanımında artış şeklinde erken belirtiler olabilr.Ayrıca akut stres bozuklukları, posttravmatik stres (PTSB) bozuklukları, depresyon, dissosiyatif bozukluklar, uyum bozuklukları, kısa psikotik tepkiler, panik atak, kronik depresyon , paranoid bozukluk ve psikofizyolojik hastalıklar gibi durumlar da ruhsal travmalar sonrası gelişebilir.

Son 20 yılda yapılan araştırmalar travmatik olaya „tanık olmak“ veya olayı „öğrenmek“ yani ikincil travmatik stres, posttravmatik stres (PTSB) ile doğrudan ilişkilendirilmiştir. Danieli travmanın, „travmayla doğrudan karşılaşan kişiden başlayarak gittikçe büyüyen halkalar halinde, kişinin ailesi, arkadaşları ve yaşadığı toplumu“ etkilediğini söylemiştir. Solomon ve arkadaşlarının Lübnan savaşına katılmış İsrail askerlerinde, Davidson ve arkadaşlarının Vietnam’da savaşmış ABD askerleri üzerine yaptığı çalışmalarda PTSB tanısı almış askerlerin ailelerinde PTSB geliştirmeyenlere göre daha fazla çatışma ve işlev bozukluğu saptanmıştır. PTSB tanısı almış askerlerin eşlerinde, umutsuzluk düzeyi yüksek ve uyum sorunları daha fazla bulunmuştur. travmanın çocuklar üzerindeki dolaylı etkileri, Nazi soykırımından kurtulan ebeveynlerin savaş sonrası doğan çocukları üzerinde araştırılmıştır. Soykırımdan kurtulan ebeveynlerin, çocuklarıyla, bağımlı aşırı koruyucu, çocuğun bireyselleşmesini engelleyen bir ilişki kurdukları saptanmıştır. Kamboçyalı sığınmacıların çocuklarında ebeveynlerin yaşadıkları travmaların etkilerinin iki kuşak boyunca ğörüldüğü saptanmıştır.
İkincil travmatik stresin ana nedeni, kişinin travmanın birinci mağduruyla samimiyeti ve akrabalık ilişkisine bağlı olmasında değil mağdurla ne düzeyde özdeşim kurduğuna bağlıdır. Kişi travmatik olayı TV’de izlese ve travmaya uğrayanları hiç tanımasa da eğer onlarla güçlü bir özdeşim içindeyse, PTSB belirtileri geliştirebilir.

Özdeşim kurma yönü her zaman mağdurdan yana olacak diye bir kural yoktur. şiddeti kullanandan yana da bir özdeşim kurulabilir. Archer ve Gartner ABD’de yaptıkları araştırmalarda şiddete madalya takılan vietnem savaşı sonrasında, kadın ve erkek siviller tarafından işlenen şiddet suçlarında (1963-1973 arasında) erkeklerde %101, kadınlarda %59 oranında bir artış olmuştur.yine aynı araştırmacıların yaptığı başka bir çalışmada I. Dünya savaşı, II. Dünya savaşı, Vietnam savaşı ve başka 11 savaştan sonra, savaşan uluslarda, savaş savaş yaşamamış uluslara göre cinayet oranlarında önemli yükselmeler olmuştur.

Savaşı yapanların sayısı, savaşı yaşayanların sayısından her zaman az olmuştur. Klinik müdahaleler ve rehabilitasyonlarla ancak kısmi olarak düzeltilme şansı olan yukarıda adını saydığımız ruhsal bozukluklar; gelişen teknolojik aletlerle yaşamımıza her yönüyle işlemektedir. Körfez savaşını naklen izlememiz, 11 Eylül saldırılarının ve son Irak savaşının her Tv. kanalında milyon kez gösterilmesi, her coğrafyanın kendi özel çatışma ve savaş koşulları, çağımızda yaşayan her insanı birer savaş mağduruna dönüştürmüştür.

Beş kişinin tek bir halatı çekmesi, her birinin kuvvetinin beşle çarpılması demektir. Ölüm için bunun tersi geçerli. Bin kişiyi öldürdüğünüzde, her birinin ölümü, tek başına ölmüş olmasından bin kez daha önemlidir (Gombrowicz ). Bu önermeyi ruhsal ölüme göre düşünürsek çağdaş insanı trajik bir varlık olarak görmemiz yanlış mı olacak?

Savaşın insan sağlığı üzerindeki tehdidi yalnızca savaş sırasında görülmüyor. Amerika'da askeri atıklar yüzünden, askeri tesislere yakın yerleşim yerlerinde yaşayanlarda kanser vakası giderek artıyor.
Asker ve Savaş Karşıtı Komitesi'nin (COMD) web sitesinde yer alan bir rapora göre, bu yerleşim yerlerinde doğan çocukların % 100'ü savaş kirliliğine maruz kalarak dünyaya geliyor. Bu sanayi bölgesindeki yetişkinlerin %90'ı, çocuklarınsa %80'i buna bağlı sinir sistemi, solunum yolları hastalıklarına sahipler. Kısacası savaşın doğrudan etkisinin asla görülmediği Amerika'da savaş endüstrisinin doğurduğu sonuçlar, savaşın etkisini nesiller boyu taşıyan savaş mağduru toplumları nasıl etkileyebildiğini göstermeye yarıyor.
Savaşın yol açtığı hastalıklar
Kanser: Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombasından sonra yakın tarihin en yakın savaşlarından Körfez Savaşı'nın olumsuz sonuçları, son beş yılda etkisini göstermeye başladı. Son bir kaç yıldır 12-13 yaşında meme kanserine yakalanan Iraklı çocukların sayısı giderek artıyor. Iraklı çocuklarda yaygın olarak görülen bir diğer kanser türü ise lösemi.
Uzmanlık alanı �radyasyon ile kanser arasındaki ilişki� olan Boston Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü Profesörlerinden Dr. Richard Clapp, 1995 yılında yayımladığı raporda savaştan sonra tiroid kanseri riskinin 2.5, testis kanserinin 2.2, beyin tümörünün 1.5, meme kanserinin görülme olasılığınınsa 1.3 kat arttığını belirtti.
Bağışıklık sistemi hastalıkları: Savaşın ve savaş artıklarının verdiği zarar yalnızca kanser türlerinin çoğalmasıyla sınırlı değil. Zira savaş sonrası doğan çocukların bağışıklık sistemi son derece zayıf olduğundan, buna bağlı hastalıklar da savaş mağduru çocuklarda bolca görülüyor. Hava, su ve yiyeceklerdeki atıklar anne karnından bebeğe geçip, anne ve babadaki pasif etkiyi aktif hale getirebiliyor. Yani anne ve babası sağlıklı olan bir çocuk, savaşa maruz kalan bir anne babadan dünyaya geldiği için savaşın ağır yükünü çekmek zorunda kalabiliyor.
Solunum yolu hastalıkları: Çeşitli kimyasal silahların ya da patlayıcıların yapımında kullanılan kimyasal maddeler, atıklar solunum sistemini etkiliyor. Bronşit va astım hastası çocukların oranı bir hayli fazla. Ayrıca doğrudan savaşa maruz kalan çocukların nefes borusu ve ciğerlerinde kimyasal maddelerin yol açtığı ciddi yaralar gözleniyor.
Dermatolojik problemler: Savaşın insan sağlığındaki olumsuz etkilerinden biri de cilt yüzeyinde baş gösteriyor. Savaş sırasında kullanılan kimyasal maddeler, cilt yüzeyinde ciddi yaralanmalara yol açıyor. Uzun süreli bir tedavi gerektiren yaralanmalar, savaş döneminde hijyenik bir ortamın olmaması sebebiyle diğer mikrobik hastalıklara davetiye çıkarıyor.
Sıcak savaş kadar savaş sendromu da halk sağlığını tehdit ediyor. Özellikle piskolojik yönden insanları olumsuz etkileyen savaş sendromu sebebiyle Baş ağrısı Tansiyon Bulantı Kalp çarpıntısı görülmeye başlıyor.
Savaşta kadın ve çocuk olmak...